30 Mart 2011 Çarşamba

Yüzleşme



Bugün üzerine düşünürken daha çok okuma yapma gereği duydum ve yıllar sonra elime K.Horney’in Ruhsal Çatışmalarımız kitabını elime aldım. Çok iyi oldu. Sürekli çelişkilere bağlıyordum her konuyu. Bu da çelişki ve böyle yaşamaya alışmalıyız diyordum sanki. K. Horney içime su serpti. Çünkü kitabın ilk sayfasında “ …kendi içimizdeki çatışmalar da insanın bütünsel bir parçasıdır” açıklamasını yapıyordu. Çatışmaları çözüme bağlamak için bu çatışmaların farkında olmak gerektiğinden ve çatışmanın farkında olduğumuz zaman da çelişen konulardan birinden vazgeçecek yürekliliğe sahip olmak gerekiyordu. Vazgeçmek o kadar da kolay değildi Horney’e göre. Ama daha da önemli bir şey söylüyordu Horney. Ona göre İÇSEL ÖZGÜRLÜĞÜN SIRRI çatışmalarımızla yüz yüze gelmekti.

İnsan doğasını anlamaya ve kavramaya çalışmak zor. Bkz: Yeraltından Notlar
Çatışmalarımızla yüzleşebiliyor muyuz? Camille Claudel çatışmalarıyla yüzleşmiş ve Rodin’den ayrılma kararı almıştı. Bedelini de ödemişti: Aç kalarak, sevgisiz bırakılarak, heykelden uzaklaştırılarak. Geç kalmıştı belki karar vermekte ama hangimiz her zaman doğru kararları doğru zamanlarad alabiliyoruz ki? Edebiyat hocamı hatırladım. Bana bir mektup yazmıştı ve sonunda şöyle diyordu: Mükemmel yoktur, mükemmele yaklaşma vardır. Bence Camille mükemmel bir kadındı. Belki de pozitif ayrımcılık yapıyorum. Olsun o kadar değil mi?

Rodin sevgiyi yansıtan her heykelinde Camille’in yüzüne yer vermiş. Gerçek yaşamda ise onun yanında duramamış bir adamdı. Zıtlıklar, çelişkiler,çatışmalar…Ama hangimiz Rodin’in acı çekmediğini söyleyebiliriz ki? Dönüştüremediği kendi yaşamıydı sonunda.
Çatışmalarının farkında olup vazgeçmemişti Rodin. Seçim yapamamıştı…Kurduğu düzenden vazgeçmekten korktu.
İlişkiler ah ilişkiler!
Güzelin çirkinle iç içeliği…
Ve devrim(Bkz: Mülksüzler)
Ve acıyla yüzleşme!
“Nedenler bulunur ve geçiştirlir acılar” yazmıştım. Yüzleşme ne güzel bir sözcük ve ne güzel bir eylem!
Maskesiz olabilirsek…
Yasemin Şenyurt-2011

vücuduma yabancı


Kendi vücuduna yabancı kalmış bir ruh aslında kendine de yabancıdır hep. İlkbaharın neşesine katılamıyoruz. Ağaçları içimizden geldiği gibi öpemiyor ve kendimizi çimenlere bırakamıyoruz. Çocukların peşine takılıp bilinmezliğe doğru gitmekten ölesiye korkuyoruz. Kendi vücudumuz da bizim için o kadar belirsiz ki... Göğüslerimize bile bakmaktan utanıyoruz belki zaman zaman. Bacaklarımıza dokunamıyoruz. Sanki biri tüm bunları engelliyor. Aklımız mı toplum mu kurallar mı? Belki de hepsi. Vücudumuza yabancı kaldıkça itaati benimsiyor ve sessizliği seçiyoruz.
Hizmet etmeye hazır olmamız için çıplaklığımızdan ürkmemizi istiyor sanki birileri. Ayıp sözcüğüyle beynimizin içine işleniyor yasaklar ve sonra biz o yasakları her gün kendimize ve arkadaşlarımıza benimsetiyoruz. Kendimizi başkalarının onayına ve sevgisine teslim edince rahatlıyoruz. Bir erkeğin bizi sevmesinin kendimizi doğru, iyi ve güzel yaptığına öyle inanıyoruz ki komik durumlara düşüyoruz.
Kendi vücudumuzdan korkuyoruz. Aynanın karşısına geçip kendi vücudumuzla ilgilenme isteği bile duymuyoruz. Sanki vücudumuz tüm eylemlerimizi ve düşüncelerimizi yadsıyacak gibi geliyor. Vücudumuzla barışık olmayı başarmak bu kadar zor olmamalı. Kendi isteklerimizi yadsımayı öğreniyoruz aslında en başta vücudumuzdan korkarak. Bunu vücudum istediğine göre var bunda bir şeytani yan diyoruz. Yok !Bunu nasıl anlatacağız kendimize? Vücudmuzun isteklerinin değerli olduğunu nasıl benimseyeceğiz? İş en temel isteklere gelince –yemek ve su gibi- onları doğal buluyoruz ama yine de değerli bulmuyoruz. Vücudumun isteklerinin değerli olduğunu benimseyebilirsem aslında çok başka bir yaşamım olacak.
Sevilmek, kabul görmek, onaylanmak istekleri ağır bastıkça çıplaklığımızı yadırgamaya devam edeceğiz. En güzel giysileri arayacağız. En güzel kokuları tüketeceğiz. Elbette güzel görünmek önemli olabilir. Övgülere insan zaman zaman ihtiyaç duyabilir. Sevilmeyi sevmekten daha anlamlı bulduğu anlar olabilir. Ancak kendi vücuduna yabancı kalmak yaşama da yabancı kalmakla sonuçlanır.

üf!


Kalbimi kemiren korkuyla baş edebilirdim. O korkunun tuhaf turuncu köşeleri olmasaydı daha kolay olacaktı işim. Olsun diyordum bunun da üstesinden gelebilirim. Bu korkunun adı sanı yoktu. Benim adım vardı. Ondan üstündüm, hızlıydım ve güçlüydüm. Erkekler gibi konuştuğumu hissedip kendime çeki düzen verdim. Ondan narindim, duyarlıydım ve ayrıntılara düşkündüm. İşime öyle geldiği için değil de içimden öyle geldiği için davranmayı yeğledim. Bundan sonra da değişeceğimi pek sanmıyorum. Korkumun kaçıp gitmesini istemiyordum. Korkunun tuhaf turuncu köşelerine kurulmak da…Korkumla nasıl bir ilişkim vardı? Benim kalbimi kemirmesinden başka onun hakkında bilgim var mı? Yok…
Korkuma şekil vermek istiyorum. Onu yoğurmak ve ona şekil vermek…Hangi kıvama geleceğini de pek bilmek istemiyorum. O bana şekil veriyor mu? Elbette. Tırtık tırtık kalbimi o yarattı sayılır.
Tam ona şekil vermek için her şey hazırdı ki karşıma bir adam dikildi. Eyleme çağırdı beni. Onların eyleminde daha güzel bir dünya vardı. Görkemli vaatler sunuluyordu insanlara. Eylemlerine katılacaktım. Korkumdan bahsettim adama yolda yürürken. Ona şekil vermek istediğimi söyledim. Adamın gözlerinden yaş süzüldü. Parktan geçiyorduk. Oturalım beş dakika…
Parkta adam kendi korkularından hiç söz açmadı ama durmaksızın ağladı. Rahatlayın dedikçe daha çok ağladı. Hiç soru sormadım. Kafam allak bulmak olmuştu. Eve dönmek ve korkumu şekillendirmek istiyordum. Kalbimin sağlam yanlarıyla düşünmeye çalıştım. Eyleme gidecektik. Daha güzel bir dünya…
Adama baktım. Çirkin fakat gerçekti. Güzel bir dünya diye çağırdığı yer bu park mı?
Kırgın bir kadındım ben. Aşka, adamlara ve kadınlara…
Güzel dünya! Bu parkta bizi gören olsa ne derdi düşüncesi aklımın ucundan geçmedi. Saat ilerliyordu.
Korkma ben varım dedim adama. Ağlamaktan içi kesilmişti. Su ister miydi?
Seni kandırmadım dedi adam. Biraz ileride eylem var. Sen git istersen ya da eve dön dedi. Geç oldu.
Ne aptaldı şu adam…
Sözüm ona beni düşünüyor.
Yanında kalacağım demek gelmedi içimden. Sustum. Dalgın dalgın etrafa baktım.
Çirkin ve aptal adam gitmiş bir süre sonra. Gitmeseydi demedim. Eve döndüm. Hızlı adımlarla ve hiç korkmadan. Güzel dünya!
Eve döndüğümde kalbimi kemiren korku bütün evi sarmıştı. Üf dedim. Sadece üf…Söndü.
Bu kadar kolay sönebildi demek ki dedi komşum.
Sen de dene dedim. Bir sigara yaktı. Kocasından şikayet edecekti ballandıra ballandıra. Hlainden anladım. Güzel dünya!
Üf diye sönmeyecek ne vardır ki?